Bana terapistini anlat…

Psikoterapi seansları başlı başına iyileştirici zaman dilimleridir. Terapistle kurulan ilişki ve bağ da bir o kadar değerli ve önemlidir.

Terapist-danışan arasında yapılan aktarımların, paylaşımların, halin/tavrın, suskunluğun dahi birer anlamı ve faydası vardır. Terapotik bir dilden duyup dinledikleriniz, yazıp çizdikleriniz, bazen de ezberledikleriniz, zamanla hayat bulur zihninizde ve ruhunuzda.

Kendini tanıma ve iyi etme, hayatını anlamlandırma, duygu, düşünce ve davranışlarını yeniden yapılandırma, hayatının kontrolünü ve tercihlerinin sorumluluğunu eline alma gibi yaşamın sancılı, sarsıcı ama bir o kadar da geliştirici ve dönüştürücü dönemlerini birlikte atlattığınız birisini ve söylemlerini özümsemeniz, hep hatırda tutmanız gayet doğal.

Terapist, sihirli bir ayna; kişiye kendi gerçekliğini gösteren, içteki ben’iyle tanıştıran, istekleri ve ihtiyaçlarıyla yüzleştiren, ne eksik ne fazla, olduğu gibi yansıtan, yüksüz, yansız ve yargısız yaklaşan, bulmak/olmak istediği hale gelene dek yeniden dönüp bakma, ölçme-tartma izni ve imkanı veren, belki de en kıymetli ayna. “Bana terapistini anlat bu yüzden. O senin, sen onun yansımasısın. Dilediğin aynayı seçebilirsin, seçiminde de sen varsın ve senin gölgen.”

Geçmişte bir terapistim bana ilk seansta, “size sandığınızdan daha fazla yararım olacak” demişti. Motive etmek ya da umut vermek için söylenmemiş bir söz olduğuna inandım. Öyle de oldu. Şimdi danışanlarıma baktığımda, bu gerçeği daha net görüyorum.

Gündemimde idealist olmamla birlikte, realist kalamamam vardı. Yaşadığım ve anlamlandıramadığım içsel çatışmaların büyük nedeni, bu zıtlığın varlığını duyumsamamdı. Farkındalık, böyle durumlarda ilk adım ve iyi bir başlangıç sayılır. Orta yolu bulmam ve çatışmaları çözümlemek için ruhumun derinlikleriyle yüzeyi arasında bir uzlaşma sağlamam gerekiyordu. Düşüncelerimle yaptıklarım ve yönelimlerim, yaşantımla hayattan beklentilerim ve umutlarım örtüşmüyordu. Bildiğim ancak hayata geçiremediğim şeyler, beni güçsüz, anlamsız, değersiz, kırgın ve öfkeli hissettiriyordu. Özşefkati, özanlayış ve kabulü, kendine karşı insaflı, esnek, gerçekçi, affedici, yapıcı ve onarıcı olmayı başarabilmeliydim.

Ve insanın psikolojik yapısı öylesine derin ki, hoşa giden, hayranlık uyandıran, heyecanlandıran, şaşırtan, ürküten, korkutan, tiksindiren yahut kaçınılan ve mücadele gerektiren yanlarıyla rastlaşmak da var.

Bu hakikatleri kavramaya başladıkça derinliğin ve (bilinçdışı niyet, tutku, eğilim, zaaf, kompleks gibi) öngörülemezliğin farkına varırız. Bu nedenle kendini/kişiliğini en iyi bilen ve tanımlayanlar, iç dünyasıyla karşılaşmada cesur, gerçekçi, barışçıl davrananlar ve bu yolda çokça çaba harcayanlardır.

Biyopsikososyal bütünlükten oluşan kişilik yapımı güçlendirmek ve iyileştirmek için, var olan gerçeklerim ile; inandıklarım, ideallerim, arzu ve ihtiyaçlarım arasında uyumu yakalamam gerekiyordu. Sağlığın/iyi halin en sade tanımı, denge ve uyum olmalı bu yönüyle. (Bireye uygun) orta bir yol tutturabilmek ve yola her halükarda devam etmek…

Bir zaman sonra insan’ı ve ben’i tanımlarken kusurun, eksiğin, tuhaflığın, ayıbın, hatanın, yanılmanın, unutmanın, aynı zamanda hatırlamanın, kontrolün, iradenin, sınırların, prensiplerin ve kararlılığın yan yana geldiği, birleştirici/bütünleştirici kavramlar geliştirdim kendimce ve bana çok iyi geldi.

Kişisel bir anayasaya sahip olduğu ve onu koruduğu sürece insan, kendi benliğine, hikayesine, inançlarına, değerlerine sadık ve vefalı; hayallerine, isteklerine, yeteneklerine duyarlı, sahiplenici, özverili kalabilir. Coşkulu, heyecanlı, kreatif, özgün ve özgür bir ruh, illaki tutarlı, dikkatli, disiplinli, kararlı ve kendince hassas bir yaşam sürdürebilir.

İnsan dünyasındaki bu ikilemleri görebilmek lazım öncelikle. Kişinin fıtratı/doğasıyla savaşı, başarıyla neticelenmez. Kazandığını zannettiği yerde kaybeder; özünü, kimliğini, kendiliğini, doğallığını, enerjisini, potansiyel kabiliyetini/kaynaklarını ve nihayetinde düşlerini, yaşama sevincini, motivasyonunu, ilhamını, ümitlerini…

Bizi biz yapan taraflarımızı kabullenmemek veya ihmal etmek, bizi kendimizden, çevremizi de bizden uzaklaştırıyor. Sahte bir benlik/kimlik gelişiyor. Anlamlı bir hayat, başta kendini ve ihtiyaçlarını tanımakla elde edilebilir. Bunları gerçek ve içten bir merak, ilgi, sabır, emekle gönülden yapmak da, hayattan zevk almayı ve neticeye varmayı kolaylaştırır.

Elbette zor ve zahmetli, baş ağrıtan, acıtan, yoran, kaygı veren ancak nihayetinde dönüştüren ve iyileştiren anlamlı ve benzersiz bir yolculuk psikoterapiler. Yazın kışın, gündüzün gecenin, neşenin gözyaşının, huzurun endişenin, iniş ve çıkışın peşi sıra olduğu, kendine mahsus bir dünyası ve ritmi var.

Terapist, bu sistem içerisinde, danışana yol arkadaşlığı yapar. Kendine bakışı, kendini algılayışı revize etmenin, kendine odaklanmanın, iç sesi dinlemenin nedenlerini ve mümkünlüğünü gösterir. Terapistine inanmak, güven duymak, onunla işbirliği yapmak ve şeffaf olmak ise danışanı varacağı hedefe yakınlaştırır.

Hilal Özdemir Bulat

UZMAN PSİKOLOG
ÇİFT & AİLE TERAPİSTİ