Ne karşılaştığımız olayları ne de insanları değiştirebiliriz. Ancak verdiğimiz tepkileri kontrol edebilir ve kendimizi değiştirebiliriz. Dünyamızı değiştirip şekillendirecek olan bakış açımız, düşünce şeklimiz yani biziz. Psikolojik bağışıklığımız ne kadar güçlü olursa, dış etkenlere karşı da o ölçüde hazırlıklı ve dayanıklı oluruz. Çözüm odaklı terapide amaç, bireyin iyileşme gücünü kaybettiren ve iyileşme gücünü kazandıran durumları ortaya çıkarmaktır. Bunu yaparken mevcut durumdan bir adım uzaklaşarak, farklı bir zemine geçmek ve çözüm olasılıklarını değerlendirmek hedeflenir. Danışanın ne önünde ne ardında, yanında durmak gerekir. Sorunları çözme becerisini geliştirme imkanı sağlanır.
Herkesin kendi problemini çözme gücü vardır. İnsanın en önemli yeteneklerinden biri, “çözüm üretme yeteneği”dir. Kendi çözüm yolunu bulmak, kişiyi karanlık bir yerden alıp, aydınlık bir alana çıkarır. Aslında küçük yaşlarda bu yetilere sahipken ailesel/çevresel etkenler, bazı sosyal kural veya kalıplarla bu becerimiz zayıflayıp köreliyor. Zamanla sorunlarla baş edemez ve çözümleyemez hale geliyoruz. Çözüm odaklı terapi yöntemi danışana “etkili çözüm bulma becerisi” kazandırıyor. (Minuchin, Lee ve Simon, 2006)
Probleme odaklanırken, problemin dışında kalan (işlevsel) alanları pek göremeyiz. Yaşanan soruna odaklanmak, onun olmadığı alanları gözden kaçırmaya veya üzerinde durmamaya neden olur. Bu şekilde sorunu, kronik ya da kısır döngü haline getirebiliriz. Bu anlamda çözüm odaklı yaklaşım, problemin geçmişten geldiğini kabul etse de, sorunun tarihçesine odaklanmaz. Çözüm ve gelecek üzerine konuşmayı tercih eder, danışanın yapacağı/hedeflediği değişimle ilgilenir. Problemden ziyade çözüme, hatalar yerine doğru yapılanlara odaklanır. Geçmiş, ancak şimdiyi ilgilendiriyorsa dikkate alır ve kaynak çıkartmak üzere geçmişe gider. Mevcut sistem işliyorsa tamire çalışmamak, eğer yapmakta olunan yöntem işlemiyorsa, farklı bir şey yapmak tavsiye edilir. Terapist, gerçeği araştıran bir uzman gibi davranmak yerine, anlamları belirlemeye çalışan bir dil kullanımına özen gösterir. (Nazlı S., 2006)
Her sorun yaşanan durumda, bu sorunun görünmediği istisnai durumlar vardır. Bunlar danışanın kontrolünde, çözüm adına kullanılabilir ve yapılabilir hedef/görevlerdir. Danışanın amacına nasıl ulaşabileceğini görmesine yardımcı olurlar. Belirlenen amaçlar, olumlu cümlelerle ele alınır. Danışanın hangi davranışları bırakmak istediği değil, hangi davranışlarda bulunmak istediği üzerinde durulur. Küçük değişiklikler büyük değişikliklere yol açar (kartopu etkisi). Güçlü yönleri öne çıkarıldığında kişiler, çözüme daha kolay ulaşır. (Walter, Peller, 1992) (Dölek N., 2013)
İstisna durumları ve danışanın güçlü yanlarını ortaya çıkardıktan sonra, “ne olmuş da sorunun yaşanmadığı alanlar kalmış ve buralar korunabilmiş? Bu alanların özelliği, gücü, farkı nedir?” sorularına cevaplar aramayı ve danışanın kendi kaynaklarıyla çözüm sürecine girmesini ilk adım sayarız.
Çözüm odaklı bakış, bilinçaltını olumlu anıların saklandığı ve potansiyellere, yeni başlangıçlar veya çözüm olasılıklarına dair ipuçları çıkartabileceğimiz “acil durum merkezi” gibi görür. Gerektiğinde oradan olumlu hatıraları da kabul eder, halihazırdaki negatif düşünceyle yer değiştiririz. Bu açıdan “çözüm odaklı terapi yöntemi” kişinin kaynaklarına yönelik bir düşünce modelidir. Danışan, mevcut kaynaklarını keşfederek, problemleriyle baş edebilmeyi öğrenir. Bunu yaparken düşünce, duygu, davranış ve kullandığı dili de yeniden yapılandırmakla psikolojik bağışıklığını güçlendirmektedir.
Düşünceyi yapılandırma: Düşünmek bir anlamda kendimize sorduğumuz sorulara cevap verdiğimiz bir süreçtir. Bu nedenle hedefimiz, kendi iç iletişimimizdeki dili olumlu hale getirmektir. Sorularımız da cevaplarımız da güçlü, yapıcı ve çözüm odaklı olmalıdır. Vereceğimiz cevaplar problemin sonucunu da belirler. Negatif ve zayıf sorular bizi ileri götürmüyor, olumlu sonuçlar kazandırmıyor.
Bunun yanında sorun yaşanan durumdaki düşünceleri dikkate alırız. Olumlu-olumsuz, çözüm odaklı ya da sorun odaklı olup olmadığına bakarız. Dikkat edersek düşüncelerimiz, duygularımızın da durumunu etkiler. Düşünce şeklimiz değiştiğinde davranışlarımız da değişime uğrar. Ve sonuç olarak, zihne gelen olumsuz düşünceleri, geçmiş kaynaklardan çekerek olumlu olanlarla değiştirebildiğimizi fark ederiz.
Dili yapılandırma: “Dil değişirse gerçek değişir” çözüm odaklı terapi yöntemi’nin ana fikri kabul edilir. Probleme çözüm ararken kullandığımız dil pozitif olduğu gibi, belirlenen amaç ve yapılacaklar için bulunan iyi nedenler de çözüm odaklı ve olumlu olmalıdır. Ne yapmayacağımız, neyi bitirmek istediğimiz, neleri ortadan kaldıracağımız değil, yapacağımız olasılıkların konuşulduğu sınırlar içinde kalmak hedeflenir. Yaşanan kriz durumlarında o anki olumsuz duygunun etkisinden hızla çıkabilmek ve geçmişteki hatalı davranışlara, olumsuz deneyimlere takılıp kalmamak için, bizi bulunduğumuz yerden geriye değil de ileriye götürecek güçlü/yapıcı sorular sormak gerekir…
Neden bu başıma geldi?
Niçin böyleyim?
Eyvah şimdi ne yapacağım? gibi zayıf sorular sormak yerine:
Bu durumda nasıl davranmalıyım?
Bu olay karşısında gerçekte nasıl hareket etmek istiyorum?
Nasıl başarabilirim?
Nasıl üstesinden gelebilirim?
Daha önce buna benzer yaşadığım hangi durumlar vardı?
O zamanlar nasıl baş etmiştim?
Gücüm, performansım, enerjim nasıldı?
Olumlu sonuca nasıl ulaşmıştım?
Beni başarıya götüren duygum neydi?
O duyguyu şimdi nasıl hissedebilirim?
Ne olursa, ne yaparsam bu halde de ümit duyarım?
Daha evvel bunu başardığımdaki tavrım nasıldı?
Şimdi de benzer sonuca ulaşmak için, aynı gücü içimde nasıl taşırım?
Gelecekte bu olay başıma geldiğinde, o performansı yeniden nasıl kullanabilirim?
Verilen cevaplar da benzer yapıda olmalıdır. Örneğin; O günkü gibi yapabilirim. Bu güç, bu duygu ve istek ben de var. Aslında biliyorum, aslında yapabiliyorum, aslında bunu yapma gücüm var. Şu anki sorunumda da, o zaman hissettiğim gücü ve kaynağı elde edersem, aynı olumlu neticeye ulaşabilirim… gibi.
Duyguyu yapılandırma: Negatif duygular, negatif sonuçlar doğurur. Zihne gelen herhangi bir anı ya da düşünceyi ve sonucunda ortaya çıkan duyguyu yansız, yargısız, yorumsuz şekilde (olduğu haliyle) yalnızca deneyimlemeyi, içine dalmadan izlemeyi başardığımızda olumlu duyguya hızla geçebilmeyi ve geçmişle negatif bağ kurmamayı da öğreniriz. Yaşadığımız olayları adeta ekrandan izler gibi, olanlardan ayrışarak, araya mesafe koyarak gözlemlemek bize, yaşanan süreci anlamayı ve getirdiği duygunun etkisinde kalmamayı kazandırır. Kişinin böylelikle olumsuz dürtü ya da isteğinin üstesinden geldiğini fark etmesi, durumu nasıl kontrol edebildiğini görmesini de sağlar. Bazı negatif veya istemsiz duygularını denetleyebildiğini, düzenleyebildiğini ve sahiplenmesi gerektiğini anlar.
Beden dilini yapılandırma: Olumlu düşünce ve duyguların vücut diline yansıdığından emin olmalıyız. Sözlerimizle davranışlarımız uyumlu olmalıdır. Söylediklerimiz kadar ses tonumuz, bakışımız, davranışlarımız da “pozitif” yansıma vermelidir. “Ben bunu yaparım, başarırım, hallederim, umutluyum” derken omuzlar düşük, yüz asık, gözler ümitsiz bakıyorsa beden dilini de yapılandırmak gerekecektir. Duruşumuz/beden dilimiz, elbette duygularımızı da etkilemektedir.
Çözüm odaklı terapi yöntemi ile yapılan aile terapilerinde, aile üyelerinin ifade ettiği amaçlardan yola çıkılarak çözüm olasılıkları birlikte yapılaştırılır. Aileler problemle ilgilenirken sorunlarını işe yaramayan yollarla çözmeye çalışırlar. Ailenin yanlış çözüm yollarını tekrarlaması nedeniyle problem varlığını sürdürür. Bu yöntem, ailenin doğru bildiklerini sürdürmek yerine olasılıklarını fark etmelerini sağlar. Ailenin kendi çözümlerini bulmaları beklenir ve bunu zaten bilirler. Terapistin görevi, ailenin zaten var olan bilgilerini yeniden yapılandırmalarına yardımcı olmaktır.
Sahip oldukları yetenekleri fark ettirerek kullanmalarını sağlamak ve işe yaramayan davranışlarını değiştirmelerine, pozitif tarzda davranmalarına yardımcı olmaktır. Yaklaşımın genel amacı, ailelerin çözüm ve değişim sürecine girmelerini sağlamaktır. Aile, terapiye açılmayı bekleyen kapılar gibi şikayetlerle gelir ve isterlerse doğru anahtarları bulabilirler. Küçük bir değişim cesaretlenmeleri için yeterlidir, değişim sürecini devam ettirebilecekleri konusunda farkındalıklarını ve kendilerine güvenlerini artırarak dalga etkisi yapar. Küçük değişimler bir kez gerçekleşirse sistemdeki diğer (büyük) değişimlerin temeli ve habercisi sayılır. (Goldenberg ve Goldenberg, 1996, Gladding, 1998, Nichols ve Schwartz, 1998)
Aile sistemi güçlüdür, çözümün/değişimin kaynağı ondadır. Ailenin bu güçlü yönlerine odaklanılır. Terapist, ailenin sahip olduğu (olumlu değişimi kolaylaştırıcı) güç ve kaynakları fark etmelerine, aktif şekilde kullanmalarına ve problemlerine farklı bakış açıları getirmelerine yardımcı olur. Sorunlarını kendi içsel kaynaklarıyla çözmeleri konusunda cesaretlendirir. Ailenin odak noktasını değiştirmelerine, aile sistemini olumlu tarzda yeniden yapılandırmalarına yardım eder. (Goldenberg ve Goldenberg, 1996, Gladding, 1998)
UZMAN PSİKOLOG
ÇİFT & AİLE TERAPİSTİ