Göçle güçlenen insan(lık)

Geçmiş hikayeleri dinlerken yaşanan ayrılıkların, gurbetin, tercihen veya zorunlu yapılan göçlerin varlığını araştırırız. Bu hikayelerin her biri hayatımızda büyük anlam ve izler taşır. İnsan biyopsikososyal bir varlıktır ve her anlamda etkilenir.

Seyahat etmek, dünya üzerindeki farklı coğrafyaları, yaşamları ve insanları tanımak kişiye elbette çok şey kazandırır. Tecrübesi ölçüsünde ufku açılır, genel kültürü, özgüveni artar.

Ne kadar uzağa gidilirse gidilsin seyahatlerde, tayinle yapılan göçlerde geri dönme ihtimali bulunur. Bu ihtimal ve umut, insanı dayanıklı tutar ve motivasyon sağlar. Doğup büyüdüğü yerden, sevdiklerinden uzak başka bir yere yapılan zorunlu göç ise bunlardan farklıdır. Mesafelere baştan hazırlıklı ve razı olup olamamanın yahut sonrasında sürdürüp sürdürememenin çok çeşitli nedenleri, anlamları ve insan psikolojisi üzerinde etkileri vardır. Travmatik diyebileceğimiz bu yaşam değişikliklerinin negatif yönde olduğu gibi, pozitif yönde yansımalarını da görürüz. 

Göçler, insan hayatında başlı başına iyileştiren ve dönüştüren süreçlerdir. Uzak ya da bilinmeyen bir şehre, yabancı kültür ve ülkelere yapılan göçlerin kişileri bireyleştiren, olgunlaştıran, terbiye eden, yenileyen, zaaflarını, hırslarını törpüleyen, komplekslerini onaran, yeteneklerini ve potansiyellerini ortaya çıkarıp geliştiren yanları vardır. Kişinin o güne dek kendinde bilmediği, fark etmediği taraflarıyla tanışması için de fırsattır. 

Daha önce o denli ihtiyaç hissetmediği, bu yüzden arzu etmediği, etse de üzerine düşmediği ve yeterli emek/efor harcamadığı için yapamadığı şeyleri başarabildiğine şahit olur. Dayanıklılığını, tahammül gücünü, inancının, azminin, sabrını tanıma imkanı bulur. “Yapamam, alışamam, dayanamam, sürdüremem” dediği zorlukların üstesinden nasıl da gelebildiğini, gerçekten ihtiyaç duyup istediğinde ya da mecbur kaldığında ne türlü çözüm yolları üretebildiğini ve kendi kendini motive ederek harekete geçebildiğini fark eder.

Gurbette iken kişide gariplik, yalnızlık, yetersizlik, değersizlik, çaresizlik hisleri oluşur. Bu derin ve yoğun duygular içerisinde önce göğe bakar… Ayı, yıldızları, bulutları kendine arkadaş edinir. Bunun yanında ağaçla, çiçekle, yağmur damlası, kar tanesi ve kuş sesleriyle ahbap olur, huzur bulur. Doğayla bir bağ kurar. Varlıkla arasında öznel bir dil geliştirir. “Şu dünya üzerinde anavatandan ne kadar uzakta olsam da, başımı kaldırdığımda aynı aya, güneşe bakıyorum, ortak bir gökyüzünü, yıldızları seyrediyorum, yaratıcı da her yerde ve benimle.. sevdiklerim, hatıralarım, umutlarım ise hafızamda, dilimde, yüreğimde…” diyerek kendine mutluluk ve huzur nedenleri bulur.

Sonra gözünüzü etrafına çevirir. Karşılaştığı insanların aslında özleri itibariyle birbirlerine ne kadar da benzediklerini, gülmenin, ağlamanın, korkmanın, kaygılanmanın, sevmenin, nefret veya şefkat duymanın aynılığını ve ifade şekillerinin benzerliğini gözlemler. “İnsan bilmediğinin düşmanıdır” ya, farklı bir dile, yaşam tarzına, kültüre sahip insanları tanımaya ve anlamaya çalıştıkça, yüklerinden, yargılarından, kaygılarından, komplekslerinden arınır, doğallığını ve samimiyetini korudukça bulunduğu yeni yer ile uyumu yakalar. Rahat hissettiği ölçüde kendi olur, kendini tanıtma fırsatı yakalar. İnsanlığın geliştirdiği ortak dilleri öğrenmek ve pratik etmek, bir kimsenin elde edebileceği en büyük kazanç ve ardında bırakabileceği miras olsa gerektir. 

Bazen ekonomik şartlar, sosyal/psikolojik ihtiyaçlar, kişisel tercihler ya da mecburiyetler, göçlere zemin hazırlar. Bazen de mevcut kaynaklar, yönelimler ve potansiyeller kişiyi göçe zorlar. İnsanı yaşamda huzursuz, huysuz, anlamsız ve mutsuz hissettiren (temel ihtiyaçlarının yanı sıra) sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılayamamasıdır. Bireye özgü idealler, hayaller, eğilimler ve yetenekler, ortaya çıkmak için elverişli yer ve zamanı kollar. Yaşamda bilinçli ya da bilinçdışı seçtiğimiz/üstlendiğimiz rollerimiz de, bunları gerçekleştirebileceğimiz uygun ortamları bekler ve gün gelir bizi yer değişikliğine mecbur eder.

Göçler üzerine yazmamın nedeni, sahip olduğum birikime bireysel gözlem ve değerlendirmelerimi katarak paylaşmaktı. Soy ağacınızda göç hikayeleri varsa ve erken yaşlarda böyle bir hayat tarzını benimsediyseniz, göçmenlik sizin için kaçınılmaz ve hatta yaşam şekliniz oluyor, yerleşik düzene de geçemiyorsunuz. Kolektif bilinçdışı, alışkanlıklar, mecburiyetler, kader veya tercihler, her ne ise, nedenleri değişiyor sadece. Çocukluğumdan bu yana, anne ve baba tarafımdan farklı coğrafyalardan göçmenlik hikayeleri dinledim, gözlemledim. Annem Kırım tatar göçmeni ve hemşireydi, babamsa Bulgaristan göçmeni doktor. Türkiye içinde gurbette bir şehirde doğdum, gurbetlerde büyüdüm. Yaptığımız tayinler nedeniyle ilkokulu üç ayrı ilde tamamladım ve sayamayacağım kadar ev değiştirdik. Sonra yine bir gurbete gelin gittim. Yirmi iki yaşımda yurt dışına çıktım. Uzun yıllar yurt dışında yaşadım. Birbirinden farklı kültür ve coğrafyalardaki yaşamları tecrübe ettim.

Gurbetin zorluğunu, yabancı dillerdeki eğitim hayatımda, evliliğimin ilk yıllarında, gebelikte, doğumda, çocuk yetiştirmede, geçirdiğim hastalıklarda ve ameliyatlarda çokça hissettim. Elbette bunların yanında farklı dil ve kültürlerden dostluklar edindim. Kitap dolusu anılar biriktirdim. Yabancı bir ülkede tek başıma yaşamak zorunda olsam dahi, bir anlam ve amaç bulup tutunabileceğimi, huzurlu/mutlu ve başarılı yaşayabileceğimi gördüm. Bu haliyle “dünya” gözümde küçüldü, istediğinde her şeyi yapabileceğine, hemen her şart ve koşula alışabileceğine şahit olduğum “insan” kavramı (doğası, donanımı ve psikolojik yapısıyla) gözümde büyüdü. Kazançlarıma bakınca, her güçlüğe değdiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

Belki de her insanın hayatının bir döneminde tecrübe etmesi gerektiğini düşündüğüm zor, ancak neticesi güzel ve faydalı bir deneyim, göçler…

Görsel: Bilal Şahin

Üzerinde çokça yazılan yakın bir kavramsa, “sürgün”.

Zorunlu göçler, mecburiyetler gereği sürülenler/uzaklaştırılanlar ve bir kimsenin sürüldüğü yer, demek olan “sürgün”ün başka bir anlamı da, “bir bitkiden yeni sürmüş olan filiz”. Bu bağlamda “sürgün, sürgün verir” diyebiliriz.

Yani insan, deneyimlediği sürgünle beraber bulduğu yeni ve elverişli şartlarda filizlenir, tazelenir, yenilenir, gelişebilir.

İnsanlık tarihinde sık rastlanan sürgünler, tıpkı göçler gibi bireyleri ve toplumları, olumlu yönde değiştiren ve geliştiren bir gerçekliktir.