Psikolojik dinamikleriyle unutkanlık

Unutkanlığın psikolojik nedenleri de vardır. Yaşam boyu istemediğimiz, sevmediğimiz, çözümleyemediğimiz, baş edemediğimiz konuları, kişi veya durumları hatta onlarla ilişkili tüm hatıraları unutmayı diler ve isteriz.

Bizim irade ve sorumluluğumuzda olan, çözmemiz gerektiği halde direnç gösterdiğimiz konuların varlığı stres nedeni iken, yapmamamız gereken ancak yenik düştüğümüz alanları hatırda tutmak ve haklarında düşünmek de bize sıkıntı verir, hayatımızı çekilmez hale getirir. Bilincimiz her ne kadar üzerinde durmaz ve yok saymış görünse de vicdanımız-iç sesimiz rahatsızsa, bununla baş edebilmek için “bastırma” denilen savunma mekanizmasını kullanırız.

Unutkanlıklar da bu anlamda psikolojik savunma mekanizması görevi görür ve işimize yarar. Şu da var ki, sadece istediklerimizi unut(a)mayız. Unutmak istediğimiz anıyla yakından uzaktan, dolaylı-dolaysız, az-çok alakası olan birden fazla şeyi de beraberinde unuturuz. Çünkü zihnimiz karşılaştığımız olayları ve nesneleri hafızaya biriktirirken diğerlerinden ayrıştırarak değil, bağlantılı/çevresel faktörlerle birlikte depolar. 

Örneğin, bir gün yolda birisiyle karşılaşırız, aramızda sinir bozucu bir konuşma geçer ve keyfimiz kaçar. Bilinçdışı şekilde bu konudan uzaklaşma yoluna gideriz ve başka uğraşlarla dikkatimizi dağıtır, kendimizi oyalarız. Kapattığımızı sandığımız konu, bilinç altında bekler. “Hoşumuza gitmedi diye yok olmaz.”

Başka gün bir iş için hızla odaya gireriz fakat bir anda amacımızı unuturuz. Ne yapacağımızı bilmeden dolanır dururuz. O sırada bize stres yaşatan hadiseyi hatırlatacak bir nesne gözümüze çarpmıştır. Karşılaşmada giydiğimiz giysi, taşıdığımız aksesuar, muhatabımızı çağrıştıran bir obje ve belki de görüntü ses, koku gibi hatırlamayı tetikleyici farklı bir uyaran. Zihnimiz o anıyı hatırlamak ister. Ancak biz (bilinç düzeyine yaklaşan) bu konuyu unutmayı arzu ettiğimiz için, tatsız hatıra yeniden bilinçdışına itilir. Bununla birlikte zihnimizdeki diğer amaç da (odaya giriş nedenimiz) bilincimizden uzaklaştırılır ve unutkanlık yaşarız.

Bizim için stres kaynağı temel bir konunun verdiği baskıdan zihnimiz uzaklaşmak ister. Sorun yaşadığımız, sevmediğimiz, öfkelendiğimiz ya da çekindiğimiz birilerini ve yapamayacağımız/yapmak istemediğimiz beklentilerini unutma eğilimimiz olur. 

Çözemediğimiz için yüzleşmekten kaçındığımız kişi veya olaylar bilinç altına itilenlere (süpürülenlere) dahil edilir ve unutkanlığa sebeptir. Bu ise zamanla unutma alışkanlığına dönüşür ve unutkanlığımız pekişir. İşte bu nedenle bazı insanlar daha unutkandır ve hayatımızın bazı dönemlerinde daha unutkanlaşırız.

C. G. Jung’a göre: “Unutmak normal bir olgudur. Dikkatimiz başka bir yere çekildiğinde kimi bilinçli düşünceler kendilerine özgü enerjilerini kaybederler. İlgi başka yöne çevrildiğinde daha önce ilgi gösterilen şeyler gölgede kalır, tıpkı bir el fenerinin ışığını yeni bir yere doğrulttuğumuzda daha önceki yerin gölgede kalması gibi. Unutulmuş düşünceler (bilinç eşiği altında) varlıklarını sürdürürler. Bir konudaki düşünceniz bir an öncesine kadar tam olarak net iken, bir anda ne söyleyeceğinizi unuttunuz. Düşünce, bilinçdışı hale gelmiştir ya da en azından bir süreliğine bilinçten ayrılmıştır. Bilinçten çıkmış olması, varlığının ortadan kalktığı anlamına gelmez. Artık görünmez olmuştur. Bir zaman için geri çekilmiştir. Bilinçli şekilde görülen, daha sonra unutulan (unutulduğu zannedilen) düşünce ve yaşantılar, yıllar sonra kendiliğinden ortaya çıkabilir. Unutmaya hazır olduğumuz durumlar da vardır. Mesela kişi, “yalnızca unuttum veya dikkatim dağıldı” dese de kıskançlık duyduğu kimseyi (ve onunla ilgili konuları) unutmaya meyillidir. Kasıtlı yapıyor değildir, unutturan öbür tarafı-bilinçdışıdır. Nietzsche’nin dediği gibi, “gurur yeterince inatçı olduğunda, hafıza boyun eğer.” Unutkanlığının gerçek nedenini – kendi kendine bile – itiraf etmez insan. Karar vermediği veya tasarlamadığı şeyin zihnine gelmeyeceğini (istemezse akla getirmeyeceği bir iradeye sahip olduğunu) düşünür. Oysa bilinçaltındaki bir çok düşünce, izlenim, imaj kayıp olmalarına rağmen bilinçli zihni etkilemeye devam ederler. Bilinç eşiği altındaki bu duyu algıları günlük yaşamımızda önemli rol oynar. Biz fark etmesek de olaylara ve insanlara göstereceğimiz tepkileri de belirler. 

Ve hepimizin yaşadığı fenomendir: bir konu üzerinde arkadaşımızla konuşurken dikkatimiz (bilinçdışı niyetimiz) başka bir yere kayar. Duraksar, konudan sapar ve ne söyleyeceğimizi, ne hakkında konuştuğumuzu unutuveririz. Tüm bu unutmaların, hatırlamaların, çağrışımların, dil sürçmelerinin fark etmesek ve mana veremesek de birer anlamı ve önemi vardır.

Özetle: insan doğası zihinsel olarak da kendini korumaya odaklıdır. İfade edilmeyen, çözümlenmeyen, bilinç altında biriken sorunlar iç dünyada çatışmaya dönüşür ve çoğu zaman psikolojik savunma mekanizmaları ile belirgin hale gelir, unutkanlık da bu belirtilerden biridir. Geçici bir kazanç sağlayan bu tarzdaki unutkanlığın çaresi bilinçlenmek, iç görü kazanmak ve psikolojik/sosyal sorunları biriktirmemektir. Biz ancak bilincimiz ile bilinçdışımız uzlaşabildiği, iç ve dış dünyamız barışabildiği ölçüde iç huzuru yakalarız. İçsel çatışmalarımızı fark etmek ve çözümü ertelememek lehimizedir. Bunu başarabildiğimiz dönemlerde hafızamızın daha iyi işlediğine de şahit oluruz.